12 Temmuz 1979’da, Şikago’daki Comiskey Park’ta rock severler tarafından ‘diskonun ölümü’ ilan edildi. ‘Disko İmha Günü’ olarak anılacak bu günde, beyzbol maçı sırasında 20 binden fazla disko plağı yok edildi. Stadyumda ‘disko berbat’ yazılı pankartlar asılıydı. Plakların imhası, sahada neredeyse isyana dönüşen bir kaosa neden oldu ve olayın ana haber bültenlerinde yer almasını sağladı.
Dönemin söyleşilerine kulak verildiğinde pek çok dinleyici için diskonun artık sıkıcılaştığı duyulabiliyor. Tür, kendini ve pazarlama hilelerini tekrarlıyordu ancak plak yakmanın çağrıştırdığı anlamlar oldukça ağırdı ve o dönem için kitleleri etkileyecek bir mesaj veriyordu. Vince Lawrence’ın anlattığına göre, alanda çalışanların bulduğu plakların bazıları disko sanatçılarına bile ait değildi. Birçoğu başka müzik türlerinden siyah müzisyenlerin eserleriydi.
Şikagolu yazar Marguerite L. Harrold, olayı dehşetle anlatıyor: “Televizyonda izlediğim şey, sanki bir Klan mitingi gibiydi. Korkunçtu. Gerçeği bilenler için bunun disko ile alakalı olmadığı çok açıktı. Bu, bize karşı yapılmış bir sembolik yakma töreniydi; bizi yok etmenin, bizden korkulan bir şeyi şiddet yoluyla ortadan kaldırmanın bir yoluydu.” Olayın aktarıldığı medya fırtınası, bu gösterinin homofobi gibi daha derin sosyal önyargıları açığa çıkardığını da gösterdi.
Diskonun intikamı
Bu süreçle disko yeraltına itildi fakat yepyeni bir formda küllerinden doğdu. New York’ta, diskonun çöküşü hip-hop’un doğuşuna zemin hazırlarken Şikago’da farklı ama benzer bir hareket şekilleniyordu: Bu hareketin adı house oldu.
Bu dönemde Frankie Knuckles ve Ron Hardy gibi gece kulübü DJ’leri ve The Hot Mix 5 Chicago radyosu ekibi yeni Italo disko şarkıları, funk ve eski disko kayıtlarının yanı sıra Yellow Magic Orchestra veya Kraftwerk’in elektro pop eserleri gibi farklı dans müziklerinden harmanladıkları renkli bir buketi dinleyecilerine sundular.
Üyelere özel bir gay kulüp olarak kapılarını açan The Warehouse, zamanla house müziğin doğum yeri olarak kabul edildi ve kulübün ilk resident DJ’i Frankie Knuckles sayesinde Şikago kendi yeni ritmini buldu. House müziğin ‘Godfather’ı olarak anılan Knuckles, teyp ve davul makineleri kullanarak şarkıları miksler, yeniden düzenler, tempoyu artırır ve şarkıların en ihtişamlı kısımlarını uzatırdı.
Knuckles’ın yenilikçi tarzı Şikagolu yapımcıların benimsemeye başladığı erken dönem house sound’unun alametifarikası hâline geldi.
Kayıtları düzenlemenin ve mikslemenin yaratıcı yollarını keşfeden disk jokey’ler, o zamanki sınırlı DJ ekipmanlarının üstesinden gelmek içind disko plaklarına ‘parçala, böl, yönet’ taktiği uyguladılar. Çoğunun DJ mikseri ya da pahalı ekipmanları yoktu.
Hatta, müzik teknolojisindeki gelişmeler Şikago house’un alevini harlayan önemli unsurlardan biri oldu. Roland 808 ve 909, üreticisi için ticari başarısızlık olarak değerlendirildi ancak genç hip-hop ve elektronik müzik yapımcılarının elinde bu ıskartaya çıkarılmış aletler ucuza ve yeniden kullanıldı.
Yetenekler çeşitli efektler ve synth’ler ekleyerek müziğin eğlence ve yaratıcılık seviyesini korudular; kalbin dakikada 120 – 130 bpm atmasını uygun gördüler ve türün imza ritmi 4/4’ü kullandılar. Müzik popülerlik kazandıkça plak dükkânları bu yeni tarzı ‘house’ bölümü altında bir araya getirmeye başladı ve böylece türün kulağına adını okumuş oldular.
Dans pistinde, bir arada
Lady D, “İnsanlar dans etmek istiyordu. Her şey müzikle ilgiliydi. Her şey DJ’lerle ve bir araya gelmekle ilgiliydi” diyerek dönemin ruhundan bahsediyor.
Erken dönem house müziğin adını koyan öncülerden Mr. Lee, Chip E., Jesse Saunders, Steve “Silk” Hurley, Farley “Jackmaster” Funk, Marshall Jefferson ve Larry Heard (Mr. Fingers), herkesin bir araya gelmek istediği o DJ’lerden birkaçıydı. Çünkü bu müzik ve onun kurduğu birliktelikler, pek çoğu için dünyevi sıkıntılardan sıyrılmak ve tam o dönem AIDS virüsü tarafından dans pistlerinde yutulan bedenlerin kaybolmasına eşlik etmek için bir araçtı.
Knuckles, “house müzik günah işleyen çocuklar için bir kilisedir,” diyor. Salgın zirve yaptığında, birçok gece kulübü sadece kaçış sunan bir cennet değil; birer sağlık merkezi, bilgi ağı ve ülkedeki sert politik atmosferden uzaklaşmak isteyenler için birer sığınak hâline geldi. Büyük partiler hem önemli miktarda fon hem de farkındalık yarattı; böylece house kültürü, salgınla iç içe geçen bir mücadele alanına dönüştü.
Fotoğrafçı Melissa Hawkins, bu dönemden “Her hafta gazetede sayfalarca ölüm ilanı okurduk. Sonra gece, en muhteşem partilere giderdik. İnsanlar gerçekten o anı yaşardı çünkü ne kadar ömrünüz kaldığını bilemezdiniz” şeklinde bahsediyor. Yani, “Mr. Fingers’ın marşa dönüşen ‘Can You Feel It?’ sorusu retorik olmaktan oldukça uzaktı; Marshall Jefferson dans pisti arkadaşlarına ‘Move Your Body’ dediğinde ise bu bir talimattı”.
Diski kim döndürüyorsa insanları ayrıştırmanın sayısız yoluna direnmek ve krizin tanıklarına yas tutmaları ve ritme kapılmaları için çağrıda bulunuyordu. House ruhunun DNA’sını, Vince Lawrence şu güzellikle özetliyor:
“Benim için house müzik, kesişimsel kelimesinin tam tanımıdır. House müzik ne ırk tanır, ne sosyal-ekonomik statü. Ne cinsel yönelim tanır, ne de din. Sözde ya da varsayılan tüm farklılıklara rağmen House müzik her şeyi ve herkesi bir araya getirir. House müziğiyle bir olduğunuzda, mesele sadece o ritim, o müzikal boşalma ve müziğin ruhunun bedeninizde akışıyla ilgilidir. Ve bizi ayıran her şey, o boom boom boom boom sesinin altında silinir gider.”
Şikago’dan sevgilerle
Dönemin en etkili boom boom boom boom sesleri International Records ve Trax Records etiketleriyle yayımlandı. Bu albümlerin başarısı sayesinde, Şikagolu üreticilerin öncülük ettiği tarzlar şehrin dışına, özellikle de Detroit, New York ve Londra’ya yayılmaya başladı.
House müzik 80’lerdeki başarısının ivmesini 1990’lara taşırken sanatçılar uluslararası şovlar için denizaşırı ülkelere yolculuğa başlamıştı, bir yandan da günümüz sahnesine ışık tutacak yeni türler duyuluyordu.
Özellikle 2010’larda bambaşa bir yükselişe geçen ve parçalara daha derin, daha duygusal bir ses getiren deep house ve 90’ların ortasında asıl vurgunu yapan ghetto house.
Bu çarpıcı alt tür, hiperseksüel şarkı sözleri ve 140 bpm üstü temposuyla Şikago’nun yakalarından yükselen daha cesur gerçekleri yansıtarak filtrelenmemiş bir ses dalgası yarattı.
Bir diğeri ise Roland TB-303 bas synthesizer’ının yenilikçi kullanımıyla sahneleri ele geçiren acid house’un kayda değer yükselişiydi. Şikago house Birleşik Krallık’ta kültürel bir devrimin fitilini ateşlemiş; acid house ve rave kültürünün patlamasının yolunu açmıştı.
Rave kültürü 90’larda ABD’ye göç ettiğinde, durgun geçen birkaç yılın ardından Şikago house yeniden canlandı. DJ’ler eğlendikleri müziğin köklerine inerek old-school house parçalarını mikslerine taşıdı. 1993 yılına gelindiğinde ikinci baharı temsil edecek yetenekler müthiş house parçalarıyla tüm dünyayı vuracak bir tsunami yarattı
Şehrin ikinci baharı
Bu uluslararası tanınırlık Şikagolu sanatçılar için fırsatları da zorluğu da bir arada getirdi. Birçoğu çalışmalarının büyük plak şirketleri tarafından adil bir ücret ödenmeden sömürüldüğünü gördü. “Benim kuşağımın öğrendiği bir şey de kendi müziğimizi çıkarmaktı.
Birçok bağımsız plak şirketi house müziğin ilk günlerinde insanlar kazıklandığı için doğdu” diyen Braxton Holmes, Şikago’yu vuran ikinci dalga house isimlerinden Cajmere’in, diğer adıyla Green Velvet’in kurduğu Cajual Records’u örnek veriyor.
Şirketin ilk kaydı, şehri tam anlamıyla kasıp kavuran The Percolator’dı. Onun gücünü Billboard dans listelerinde ikinci sıraya yükselen Dajae’nin neşeli parçası Brighter Days takip etti.
Bu hit’ler şehre ikinci baharın geldiğini tescillemişti. Sırada kendi mahallelerinden yükselmeyi bekleyen Glenn Underground, DJ Sneak ve Derrick Carter vardı.
Elbette bu isimler ve dahası vizelerini Foxy’s, Shelter ve Smartbar gibi kulüplerden almışlardı.
Genç yetenekler Relief, Gramaphone, Guidance ve Prescription gibi plak şirketlerini kurdular ve devraldıkları house bayrağını, her yeni nesle farklı bir ruhla ilham vermek üzere dalgalandırmaya devam ettiler.
Longing For Better Content?
No one belongs here more than you do.
Read thought-provoking articles that dissect everything from politics to societal norms. Explore critical perspectives on politics and the world around us.
Also, you can follow us on Instagram